Çocukluğu çocuklarımıza geri vermeliyiz: Gelecek nesillerin mutlu, üretken ve erdemli bir yaşam sürmeleri için oyuna daha az değil, aksine daha fazla zaman ayırmalıyız.
Öğrenciler zamanlarının hemen hemen tamamını ders çalışarak geçirdikleri için, yaratıcı olma ya da tutkuyla keşif yapma fırsatına sahip değiller.
Doktoralı bir araştırmacı ve biopsikoloğum; kısacası hayatım okumakla geçti. Gerek iş yaşantımda, gerekse iş dışı yaşantımda oldukça iyi bir problem çözücüyüm ama bu becerimin okul okumakla bir ilgisi yok. Okulda cebir, trigonometri, calculus ve matematiğin temeli olan diğer dersleri almama rağmen problem çözmede (buna yürüttüğüm bilimsel araştırmalar da dahil) bu becerilere başvurduğumu hatırlamıyorum. Kullandığım matematik oldukça uzmanlaşmış bir matematik; diğer bilim adamları gibi onu işbaşında öğrendim.
Yaşamda karşılaştığım gerçek problemler fiziksel olanlar (örneğin yeni bir makineyi çalıştırmak ya da evde tıkanan tuvaleti açmak), sosyal olanlar (o harika kadının ilgisini çekerek onu elde etmek), ahlaki olanlar (tüm sınavlarda başarısız olmasına rağmen gayretinden dolayı bir öğrenciye geçerli not verip vermeme kararı almak) ve duygusal olanlar (ilk eşimi kaybettiğimde ölüm acısıyla başetmek ya da buz pateni yaparken düşme anında kafamı kollamak) olarak sayılabilir. Yaşamdaki çoğu problem, okulda öğrendiğimiz formüller ya da ezbere dayalı cevaplarla değil, muhakeme, akıl ve hayat tecrübesinin kattığı yaratıcılıkla çözülebilir. Çocuklar için tüm bu deneyimler, oyunda saklıdır.
Ben şanslıyım çünkü ABD’de 1950’li yıllarda (Tarihçi Howard Chudacoff bu döneme çocukların özgürce oyun oynadığı altın çağ olarak değinir.) büyüdüm. Çocuk iş gücüne artık ihtiyaç kalmamış, yetişkinler çocukların ellerinden özgürlüklerini almaya henüz başlamamışlardı.
Bizler de okula gittik ancak bu konu günümüzdeki gibi abartılmıyordu. Okulda her gün altı saat geçiriyorduk ama ilkokulda sabah ve öğleden sonraları yarımşar saat, öğlenleri ise bir saat yemek molası veriyorduk. Öğretmenlerimiz bizi izliyor ya da izlemiyor olabilirlerdi, izleseler bile müdahale etmezlerdi. Okul bahçesinde alt alta, üst üste güreşir ağaçlara tırmanır, çakılarla oynar, kışın kartopu savaşı yapardık. Bu saydıklarımdan hiçbirine günümüz devlet okullarında izin verilmiyor. Okuldan sonra bazı görevlerimiz olurdu, hatta bir bölümümüz gazeteleri kapıya bırakmak (böylelikle kendimizi hem yetişkin gibi hissediyor, hem de para kazanıyorduk.) gibi part-time işler yapardı ama büyük ölçüde serbesttik. Her gün okul sonrası saatlerce, haftasonları ve yaz tatilinde ise gün boyunca oyun oynardık. İlkokulda bize hiç ödev verilmezdi, ortaokulda ise sınırlı verilirdi. O dönem toplumda, çocukların oyun için çok fazla zaman ve özgürlüğe gereksinim duydukları anlayışı yaygındı.
Bu yazıyı Michael Gove’un okul saatlerini uzatıp tatilleri azaltmayı öngören yeni planına raporlama yapacak Bağımsız Okul Öğretmenleri Komitesi’ne ithafen hazırladım. Eğitim Bakanı okulda geçirilecek daha çok saatin İngiltere’nin test skorlarını Çin, Singapur ve diğer Asya ülkelerinin skor düzeyine taşıyacağını düşünüyor. İşin garip tarafı, Gove bu öneriyi Çin eğitim bakanlığının yayımladığı ‘İlkokul Öğrencilerinin Üzerindeki Akademik Yükü Azaltacak On Düzenleme’ başlığı altında hazırlanan rapordan birkaç ay sonra sundu. Rapor kamuoyunu okulda daha az süre geçirmeye, daha az ödeve ve okul değerlendirmesi yaparken test skorlarına daha ihtiyatlı yaklaşmaya davet ediyordu.
Doğu Asya ülkelerindeki eğitimciler, eğitim sistemlerinin büyük bir başarısızlığa uğradığını kabul etmeye başladılar. Çin’de okul konusunda uzman olan bilim adamı ve yazar Yong Zhao’ya göre okulların ne ürettiklerine gönderme yapan bir Çin atasözü var: Gaofen Dineng- Testlerde iyi, başka her şeyde kötü. Zamanlarının büyük bölümünü ders çalışarak geçiren öğrenciler için yaratıcı olma, bir şeye tutkuyla bağlanma ya da fiziksel ve sosyal beceri geliştirme fırsatı yok denecek kadar az. Yine son zamanlarda İngiliz ve Çin’li araştırmacılar tarafından yürütülen geniş çaplı bir anketin sonuçlarına göre Çin’li öğrenciler arasında, akademik baskılar ve oyun oynamamaya bağlanan, endişe, depresyon ve stres faktörlü psikomatik hastalıklar ciddi boyutlara ulaşmış durumda.
Yürütmekte olduğum son araştırma, oyunun çocuk gelişimi açısından ne kadar değerli olduğuna odaklanıyor. Tüm yavru memeliler oyun oynarlar ve en çok oyun oynayanlar, en çok öğrenirler. Etoburlar otoburlara nazaran daha çok oyun oynarlar çünkü avlanmak otlanmaktan daha zor bir iştir. Yine primatlar diğer memelilere göre daha fazla oyun oynarlar çünkü (diğer memelilerle karşılaştırıldığında) yaşamları sabit dürtülerden çok sürekli yeni şeylere öğrenmeye dayalıdır. Öğrenecek çok şeyi olan insan yavruları, izin verildiğinde diğer primatlardan çok daha fazla oyun oynarlar. Oyun, çocuklar ve diğer yavru memelilerin kendi kendilerini eğittikleri en doğal araçtır. Avcı toplayıcı toplumlarda çocukların her gün sabahtan akşama kadar oyun oynamalarına ve kendi seçmleriyle keşif yapmalarına izin verilir, çünkü yetişkinler, etkin bir birey olabilmek için kazanılması gereken becerilerin oyun aracılığı ile pratik edildiğini bilirler.
Dünyanın her yerinde çocukların mutlu, üretken ve erdemli yaşayabilmek için kazanmaları gereken en önemli beceriler ne yazık ki okulda öğretilemezler. Bu beceriler aslında öğretilemezler. Çocuklar tarafından oyun sırasında öğrenilip, pratik edilirler. Yaratıcı düşünme, diğer insanlarla geçinebilme ve işbirliği yapabilme, dürtü ve duyguları kontrol edebilme gibi yetenekler bunlara örnek olarak verilebilir.
Bahse girerim ki Gove yaratıcılığın günümüzde geçmişe göre çok daha fazla ekonomik başarının anahtarı olduğunu kabul ediyordur. Artık yönergeleri robot gibi takip etmede ( bu iş için robotlar var), rutin hesaplamaları yapmada ( bu iş için bilgisayarlar var) ya da daha önce sorulmuş soruları cevaplandırmada ( bu iş için arama motorları var) insanlara ihtiyaç duymuyoruz. Ama soru sorabilen, yeni sorulara cevap arayan, yeni problemleri çözen ve engeller ortaya çıkmadan önce onları tahmin edebilen kişilere ihtiyacımız var. Tüm bunlar yaratıcı düşünebilme yeteneğini gerektirir. Yaratıcı zihin, oyuncu bir zihindir.
Tüm çocuklar yaratıcıdır. Oyunlarında ve keşiflerinde onları çevreleyen dünya ve hayali dünyalara yönelik kendi zihinsel modellerini oluştururlar. Dahi olarak adlandırdığımız kişiler, yaşamları boyunca çocuklara has bu yeteneği koruyarak üzerine sürekli inşa ederler. Albert Einstein okul hayatının matematik ve fiziğe olan ilgisini öldürdüğünü, okul bittikten sonra kendini yeniden toparlayabildiğini söyledi. Yenilikçi çalışmalarından tümleşik oyun olarak bahsetti. Rölativite teorisini kendini bir güneş ışınını kovalayıp, yakalarken ve sonuçları üzerinde kafa yorarken hayal etmek suretiyle geliştirdiğini iddia etti. Yaratıcılık öğretilemez. Çocukların kendi sordukları sorular yerine, tüm soruların tek bir doğru cevabı olduğunu ve herkesin aynı şeyleri öğrenmesi gerektiğini zorla kabul ettiren bir programın sorularını esas alan bir okul sistemi, yaratıcılığı insanların içinden söker, alır.
Yaratıcılıktan daha da önemli olan bir başka şey de diğer insanlarla iyi geçinebilme, onları önemseme ve onlarla işbirliği yapabilme kapasitesidir. Dünyanın her yerinde çocuklar, oyun oynama dürtüsü ile doğarlar ve oyun yoluyla sosyal beceriler kazanıp, dürüstlük ve erdemliliği pratik ederler. Oyun gönüllü olarak oynanır yani oyuncular diledikleri zaman oyundan ayrılma özgürlüğüne sahiptir. Oyun terk edilemiyorsa, onun adı oyun değildir. Tüm oyuncular bunun farkındadır, bu nedenle oyunu sürdürmek için diğer oyuncuları mutlu etmeleri gerektiğini bilirler. Ayrılma gücü, oyunu tüm aktivitelerin arasında en demokratik etkinlik yapar.
Oyuncular nasıl oynanacağı konusunda anlaşamazlarsa, farklılıklar üzerinde tartışıp, pazarlık etmeli ve uzlaşmaya varmalıdırlar. Her oyuncu, diğer oyuncuların oyundan çıkmalarını önlemek için, onların kapasite ve isteklerini kabul etmeli ve onları incitmemelidir. Aksi takdirde oyun sona erer, oyunu bozan tek başına kalır, diğerlerinin istek ve ihtiyaçlarına kulak vermediği için cezalandırılır. En temel sosyal beceri, insanların zihinlerine girerek dünyayı onların bakış açısıyla görebilme yeteneğidir. O olmadan, mutlu bir evliliğe, arkadaşlara ya da uyumlu iş arkadaşlarına sahip olamayız. Çocuklar sosyal oyunlarda bu beceriyi sürekli olarak deneyimlerler.
Oyun sırasında çocuklar, dürtülerini kontrol etmeyi ve kurallara uymayı öğrenirler. Her oyunun (buna en vahşi olanlar da dahil) kuralları vardır. Örneğin bir dövüş oyunu gerçek hayattaki dövüşten daha farklıdır; ilkinde kurallar vardır, sonrakinde ise yoktur. Dövüş oyununda karşınızdakine tekme atamaz, ısıramaz, tırmalayamaz ya da canını yakamazsınız. Eğer rakibinizden daha iri ve güçlüyseniz ona zarar vermemek için özel bir çaba sarfetmeniz gerekir. Gerçek bir dövüşte amaç, rakibinizi dize getirerek dövüşü sonlandırmak iken, dövüş oyununun amacı karşınızdakine zarar vermeden oyunu mümkün olduğunca uzatmaktır.
Küçük çocukların evcilik ya da süper kahraman oyunlarını temsil eden sosyodramatik oyunda temel kural, canlandırılan karaktere bürünmektir. Eğer bir süs köpeği iseniz, konuşmak yerine havlamanız ve ne kadar rahatsız edici olsa da dört ayak üzerinde koşturmanız gerekir. Diyelim ki Örümcek Kadın rolündesiniz. Siz ve oyun arkadaşlarınız Örümcek Kadın’ın hiç ağlamadığına inanıyorsa, düşüp canınız yansa bile ağlamamanız gerekir. İnsan olma sanatı, dürtüleri kontrol etme ve sosyal beklentilere uygun davranma sanatıdır.
Oyun aynı zamanda çocukların (ve diğer yavru memelilerin) korkuyu kontrol etme aracıdır. Yavru memeliler tehlikeli oyunlar oynarlar. Yavru keçiler uçurum kenarlarında itişip kakışırlar; yavru maymunlar yüksek ağaçların dalları arasında kovalamaca oynarlar; yavru şempanzeler ağaçların tepelerinden kendilerini aşağıya bırakıp yere çarpmaya az kala alçaktaki dalları yakalama oyunu oynarlar. İnsan yavruları da serbest bırakıldıklarında bu tür oyunlar oynarlar. Neden? Görünüşe bakılırsa sözkonusu oyunlarda hafif riskler var ama kazanmak daha ağır basıyor. Tüm yavrular kendilerini panik yapmadan tolere edebilecekleri maksimum korku seviyesiyle dolduruyorlar ve korku karşısında vücutlarını kontrol etmeyi öğreniyorlar ki bu yetenek bir gün hayatlarını kurtarabilir.
Çocuklar öfkelerini dışa vurabilmek için de oyun oynarlar. Bir ufaklık saç saça baş başa kavga ederken kazayla karşısındakinin canını yakabilir, oyun kurallarına yönelik görüşmeler sonuçsuz kalabilir ya da ilk başta şakalaşmayla başlayan sataşmaların dozu kaçabilir. Eğlencenin devam edebilmesi için öfkenin kontrol altına alınması gerekir. Böyle durumlarda oyunun sürdürülmesi, oyuncuların hoşa gitmeyen hareketi, saldırmadan ve öfke nöbetine girmeden sonlandırabilmeleri için ( aksi takdirde oyun yarıda kesilir) yaptırım uygulamalarına bağlıdır.
Yine bir başka araştırmada yavru maymunlar ve sıçanlar, oyundan mahrum bırakılıp, başka sosyal etkileşimlere sokularak yetiştirildiler. Genç yetişkinlik döneminde deneklere testler yapıldı ve bu testlerde duygusal olarak gelişmedikleri tespit edildi. Orta derecede korkutucu ortamlara girdiklerinde korku içinde aşırı derecede tepki verdiler. Panikleyip bir köşede dona kaldılar. Normal bir maymun ya da sıçandan beklendiği gibi çevreyi tanıyarak korkularını yenemediler. Tanıdık olmayan akranlarıyla aynı yere konduklarında, panikle gereksiz saldırganlık arasında gidip geldiler. Arkadaşlık kuramadılar.
Bazılarımız yavru hayvanların oyundan mahrum bırakıldıkları deneyleri etik bulmayabilir. Ne kadar acımasızca değil mi? Ama bir de şunu düşünün: Geçtiğimiz 50-60 yılda çocuklarımızın oyun oynama şansını sürekli olarak azaltıyoruz.
Okul hayatı teneffüslerin azalması, yığılan ödevler ve yüksek not baskısı yüzünden giderek zorlaşıyor. Okul dışında, doğal olarak gelişen oyunların yerini ( gerçek oyun budur) yetişkinlerin yönlendirdiği sporlar (bunlara oyun denemez) almaya başladı. Çocuklar kendi seçtikleri hobilerle ilgilenemediler. Komşu çocuklarıyla özgürce oynanan oyunlar yerlerini anne babaların da hazır bulunduğu, kontrollü ‘Oyun grupları’na bıraktı. Yetişkinler çocukların problemlerini kendi kendilerine çözmelerine izin vermek yerine anlaşmazlık durumunda araya girmeyi görev edinmeye başladılar. Değişim yavaş olduğu için önceleri algılanmadı ama zaman içinde çığ gibi büyüdü. Değişimin arkasında birçok sosyal faktör var: Artan ebeveyn korkuları, tehlikelere yönelik sürekli uyarı yapan uzman sayısındaki artış, komşuculuğun çökmesi ve çocukların akranları yerine, öğretmenler ve diğer yetişkinlerden daha çok şey öğrenebileceklerine yönelik okul odaklı görüşün yükselişe geçmesi, sosyal faktörlere örnek olarak verilebilir.
Çocukların oyun oynama imkanlarındaki büyük düşüş, zihinsel bozukluklarda aynı oranda artışı beraberinde getirdi. Yıllardır normatif gruplara formatı değiştirilmeden uygulanan klinik değerlendirme anketleri, ABD’de okul çocuklarını tehdit eden klinik depresyon ve endişe oranlarının 1950’li yıllara göre 5 ila 8 kat daha artmış olduğunu gösteriyor. Eskiden fark edemediğimiz bir bozukluğu şimdi tespit ediyor değiliz, artış gerçekten var. Yine bir başka araştırmaya göre, geçerli ölçümleri ilk kez 1970’lerde geliştirilen empati çöküşe geçerken, narsizm artıyor. Yaratıcı düşünmeyi ölçmek için denenmiş yöntemler var ve bu yöntemleri kullanan araştırmalar son 30 yılda yaratıcı düşünmenin her yaş grubundan öğrencide azaldığını gösteriyor. Bütün bu ani olumsuz değişiklikler, oyundaki azalmayla beraber seyrediyor ve oyunun amacına dair bilgimizden çıkarabileceklerimizle örtüşüyor.
Çocuklarımızın okulda daha çok zaman geçirmeye değil, oyun oynamaya ihtiyaçları var. Eğer çocuklarımızı ve gelecek nesilleri önemsiyorsak, son yarım yüzyıldır bizi tehdit eden bu korkunç eğilimi tersine çevirmeliyiz. Çocukluğu çocuklarımıza geri vermeliyiz. Çocuklarımızın oyun oynama ve keşif yapma dürtülerini takip etmelerine izin verirsek, entelektüel, sosyal, duygusal ve fiziksel anlamda güçlü ve esnek yetişkinler haline gelebilirler. Çinliler sonunda bu gerçeği anlamaya başladılar, biz de anlamalıyız.
Dr. Peter Gray,
Boston College’da psikoloji alanında çalışma ve araştırmalar yürüten bir profesör ve tanınmış ‘Psychology’ (Worth Brothers) adlı ders kitabının yazarı.
Kaynak:
http://www.independent.co.uk/
egitimpedia
Sabah İçtiması
Sanat, Tarih, Fen … Koridorları
Sınıf Egzersizleri
Sınıf Kapıları Açık
Sınıf Kuralları Uygulaması
Sınıfına Sahip Çık
Sınıflararası Kültürel İkram
Sınırlarınızı Genişletin
Sizden Gelen Projeler
Sözlü Notunuz 100
Sürekli Sergi Salonu